seçme yazılar

2. si

selamunaleykum BURAYA YAZI YAZILACAK...

Site

2. si

selamunaleykum BURAYA YAZI YAZILACAK...

Site

QENEME.TR.GG

qeneme.tr.gg

qeneme

seyyid kuttub

Kardeşim!
Sen duvarların ardında
Zincirlere vurulsan da
Özgürsün!
Ve eğer Allah’sa dayanağın
Güvencedesin
Bin bir tuzak arasında

Kimi insanlar vardır ki onlardan söz ederken titrer insan. Nasıl anlatacağını şaşırır, gözünü yumar, ötelerdeki manevi varlığına bir selam yollarsın. İnançtan söz edeceksen baştanbaşa inanç, kararlılıktan söz edeceksen baştanbaşa kararlılık… Cesaretin, içtenliğin mücessem hali bir insan nasıl anlatılabilir? Şehid Seyyid Kutub’dan söz ediyoruz.

Seyyid Kutub, 1906'da Asyut kasabasına bağlı Kaha köyünde dünyaya geldi. Babası Hacı İbrahim Kutub, ziraatla uğraşan, dindar ve yardımsever bir insandı. Annesi, Seyyid Kutub'a terbiyesiyle, sevgi ve şefkatiyle çok tesir etmiş olan dindar ve asil bir aileye mensuptu. Seyyid Kutup'un Hamide ve Emine adlı iki kız kardeşiyle Muhammed adında küçük bir de erkek kardeşi vardı. Kahire'de okurken babasını kaybedince, annesini Kahire'ye taşınmaya razı etti ve taşındılar.

Üniversiteden mezun olduktan sonra bir süre Milli Eğitim Bakanlığında müfettiş olarak çalıştı. Fakat görevde fazla kalmayarak istifa etti. Yazıya, araştırmaya daha fazla zaman ayırmak istiyor, tercüme edilmiş eserler üzerine gazete ve dergilerde değerlendirmeler yapıyordu. Kısa sürede Seyyid Kutup da tıpkı Mısır’ın ünlü yazarları Taha Hüseyin, Abbas Mahmut Akkad ve Mustafa Sadık Rafi gibi tanındı ve takdir edilmeye başlandı.

Seyyid Kutup, bir süre edebi konulara ağırlık verdi. Şiir ve romanları yayınlandı. Oldukça parlak bir geleceği vardı. Mısır’da gelecek vadeden edebiyatçılardan sayılıyordu; ama huzursuzdu. Parlak sözcüklerin ardındaki yalan ve ikiyüzlülükler, sonu gelmeyen melankoliler, ruhunu sıkıyordu.

Kur’anla yeniden buluştu Seyyid Kutub. Küçük yaşlarda ezberlediği Kur’an, ona yeniden bir kimlik ve kişilik kazandırıyordu. 1939’da “El-Muktatif” dergisi onun “Kur’an’da Fenni Tasvir” isimli bir makalesini yayınladı. Bu makaleyle bazı ayetlerden yola çıkarak Kur’an’ın edebi güzellikleri ve mükemmel icazını anlattı. Ardından konuyu geliştirerek işlemeye devam etti. Kur’an’a olan hayranlığı arttı ve bütün çabasını onu anlama ve anlatmaya hasretti.

1945’lerde Seyyid Kutup'un İslâmi fikirleri iyice olgunlaşmaya başlamıştı. İnsanlığın saadetinin ancak Kur’an’a uygun bir yaşamla mümkün olabileceğini düşünüyor ve bazen yüksek sesle düşüncelerini dile getiriyordu. Konuyla ilgili bir makalesi yayınlandı. Seyyid Kutub, bu makalede Mısır’ın toplum yapısının, siyasi, ahlaki ve sosyal yönlerden değerlendirmesini yaparak, Müslümanları çalışmaya çağırıyordu. Toplumun ıslahı için ne yapılması gerekiyorsa Müslümanların yapmak zorunda oluşunun Kur'an'ın emri olduğunu söyleyen Kutup delil olarak şu ayet-i kerimeyi gösterip açıklıyordu: "Sizden iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, bir topluluk olsun. Asıl kurtuluşa erenler onlardır."(Al-i İmran: 104)

Toplumsal sorunlara İslami çözüm bağlamında "İslam’da Sosyal Adalet" kitabını yayımladı. Kutub, bu kitabında insanlığın arzu ettiği gerçek adaletin İslam’da olduğunu ve adaletin Kur'an'ın gölgesinden başka hiç bir yerde olmadığını anlatarak bir yönüyle beşeri ideolojilere meydan okudu.

Seyyid Kutub, rejimin gözünde tehlikeli bir yerlere kayıyordu. Onu harcamak ilk planda işlerine gelmiyor, bunun için kazanmanın yollarını hazırlıyorlardı. Onu Amerika’ya yollayacaklardı. Önüne mevki, kariyer ve ışıltılı bir dünya seriyorlardı.

Yola çıktığında onu “yoldan çıkarmak” için eylem planı da yürürlüğe kondu. Seyyid Kutub, Allah’a güveniyor, O’na dayanıyordu. Allah’ın yardımıyla şeytani tuzakları boşa çıkardı. Amerika’nın materyalistliği, ruhsuzluğu, ahlaksızlığı üzerine değerlendirmelerde bulundu. Dostu, Mısırlı ünlü edebiyatçı Tevfik el-Hakim’e bu dönemde izlenimlerini aktardığı çok sayıda mektup yazdı. Mektuplarında dünya görüşündeki değişim belirginleşiyordu. Hatta deniliyor ki, Seyyid Kutup'un bu tarihten sonra edebiyata bakış açısı bile değişmiştir. Çünkü hayatının önceki dönemlerine baktığımızda edebiyatı din ile ilgisi olmayan bir güzellik olarak değerlendirmekteydi. Fakat artık her şeyin olduğu gibi edebiyatın da tüm konularını doğrudan doğruya İslâm’dan alması gerektiğini söylemekteydi. İki buçuk yıl kaldıktan sonra Mısır’a geri döndü. Artık daha farklı düşünen, daha olgun bir Seyyid Kutub vardı.

Bu yıllarda İhvan-ı Müslimin teşkilatına katıldı. Abdulhakim Abidin'in anlattığına göre Seyyid Kutup artık İhvanın bir fikir elemanı olmuştu. Gerçi yönetici olarak İhvanda hiç bir makamı yoktu; ama yaptığı işin öneminin farkında bir Müslüman olarak İhvanın gazetelerinde ve dergilerinde halkı devamlı olarak İslam’a, İslami yaşamın yeniden ihyasına davet ediyordu. Bir ara, 1954'deki tutuklanmasından önce "İhvan-ı Müslimin" adlı gazetede yazı işleri müdürlüğü yapmış, orada yazdığı yazıları bir araya getirerek kitaplar oluşturmuştu. Kutub, ayrıca İhvan-ı Müslimin gazetesinde din ile devlet işlerini birbirinden ayırarak dini siyasetten uzak tutan laik düşünceyi de şiddetle tenkit etti. “Siyaset alanı başkadır, dinin alanı başkadır” sloganının batıl bir düşünce olduğunu söyleyerek İslâm’da böyle bir şey olmadığını belirtti. Israrla "İslam’ın kalplerde bir inanç ve hayat için bir kanun olduğunu" vurguladı.

1954’te İhvanın çok sayıda mensubuyla beraber zindana girdi. Gerekçe Mısır’ın başındaki adama suikast teşebbüsüydü. Mısır’ın başında çağdaş firavunlardan Cemal Abdünnasır vardı. Abdünnasır, darbeyle başa geçmiş, bir süre sonra sosyalist arap milliyetçiliğine dayalı ideolojisine muhalif olan herkese savaş açmıştı. İhvan hareketi, İslami yapısı ve istikrarıyla firavunlar için tehlike arz ediyordu.

Seyyid Kutub’un müellifi olduğu Fizilal-il Kur’an (Kur’an’ın Gölgesinde) adlı muhteşem eserin büyük bir kısmı zindanda yazıldı. Kur’an’ın Gölgesinde, onun berrak membaından beslenerek, bilgi, inanç, coşku dolu kurtuluş reçeteleri sundu ümmete. İnancın sağlamlığı, içtenliği her sayfaya yansıdı.

On yıllık zindan hayatı süresince ağır eziyetlere maruz kaldı. Kahire yakınlarındaki “Limanneze” adlı zindanda geçirdi yıllarını. İnsanlık dışı uygulamalarıyla nam salan Mısır zindanları…1964 yılında Irak devlet başkanı Abdüsselam’ın ricası üzerine serbest bırakıldı.

Kur’an gölgesinde, imanın tadını almış bir insan, zindanla, işkenceyle korkutulabilir miydi? Seyyid Kutub, geri çekilmedi. İmanı onu harekete geçiriyor sessiz kalmasına izin vermiyordu. Yazıp yaşamayan kalem erbabından değildi. Şehadetinden tam 14 yıl önce “İslami Etüdler” adlı eserinde şöyle yazmıştı: “Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak, fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etmeleri şartıyla… Fikirlerinin kan ve canları karşılığında manalanması şartıyla… “Hak” bildikleri şeyin “Hak” olduğunu fütur etmeden söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla…”

1965 yılında “Yoldaki İşaretler” adlı eserini yayınladı. Kendisiyle beraber kırk bin kadın ve erkek zindana atıldı. Gerekçe yönetime karşı darbe teşebbüsüydü; ama o sadece bir gerekçe idi. Birçok kişi asıl sebebin “Yoldaki işaretler” kitabı olduğunu söyler. Zalimlerin zulmetmek için sebebe ihtiyaçları da pek yoktur aslında.

Çağdaş firavun Nasır, seleflerini aratmayacak zulümlere imza attı. Birçok insan mahkemeye dahi çıkmadan işkencelerde can verdi. Seyyid Kutub da ağır işkencelerle karşı karşıya kaldı: Vücudu, kızgın şişle dağlandı, eti kerpetenlerle koparıldı, başından kaynar sular döküldü… İşkencelerden dolayı tanınmayacak hale gelmiş olmalı ki mahkemenin son celsesine getirilmemişti. Askeri mahkeme gıyabında idam cezası verdi. Assam el Attar’ın anlattığına göre Seyyid Kutub, idam kararını duyduğunda tebessüm etmişti.

Seyyid Kutub için verilen bu idam kararı, İslâm âleminde duyulduğunda üzüntüye, tepkilere hatta bazı yerlerde infiale yol açtı. Pakistan’da Karaçi kentinde Cemaati İslâmi’nin mensupları tarafından bir yürüyüş tertiplenmiş ve olay kınanarak Abdunnasır'dan kararı yeniden gözden geçirmesi istenmişti. Ayrıca yine Pakistan'da "Meclisi Nizami İslâm", "Cemaati İslâmi", "Cemaati Avami"de bu kararı aynı şekilde kınamışlardı. Diğer taraftan İngiltere’de, Lübnan'da, Ürdün'de, Sudan'da, Irak'ta birçok dini şahsiyetler, Abdunnasır'ı bu kararından dolayı kınamış ve vazgeçmesi için ikaz etmişlerdi.
İdam cezası, 29 Ağustos 1966 da infaz edildi. Yazdıklarının altına kanıyla imza atarken, ümmete canlı bir mesaj bırakıyordu. Seyyid Kutub artık bir şehid idi.

İdamın infazından önce kan içici tağut, şehide özür dilemesi karşılığında serbest bırakılmasını teklif etti. Cahiliyeyi terk edip Allah’ın yolunda yürümekten dolayı özür… Yazdıklarından, yaşadıklarından, inancından dolayı özür… Bu, canı karşılığında davasını satmaktı. Oysa aziz şehid, canını Allah’a satmıştı. Firavuna şu cevabı gönderdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak ‘Hakk’ın emri ile ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..”
Seyyid Kutub’u en iyi yazdıkları ve yazdıklarında sebatı anlatır. “Fizilal-il Kur’an” adlı hacimli Kur’an tefsiri en önemli eseridir. Dönemin ideolojik akımlarından, modernizmden, aklın her şeyin önüne geçirilmesinden uzak durmuş bir asr-ı saadet aşığıdır şehid. Sağa sola yalpalamadan, batıya karşı özür dilemeden, mahcubiyet duymadan yola devam etmiş, İslam’ın onurlu sesini yükseltmiştir. Genellemelerdeki tavizsizliği, ilkelerdeki yamulma ve kırılmaları önlemiştir. Ondan yola çıkıp keskin bir tekfire gidenlere anne ve babası için yaptığı şu ithafları hatırlatmak gerekir: “Babacığım! Bu çalışmayı senin ruhuna ithaf ediyorum. Ahiret korkusunu daha ben çok küçük bir çocukken duygularıma sen yerleştirdin. Beni döverek veya azarlayarak bu korkuyu duygularıma yerleştirmedin. Ahiret, senin günlük yaşamında, onun anısı ise kalbinde ve dilinde idi…”
“Anneciğim! Bu eserimi sana ithaf ediyorum. Zira sen, her Ramazan ayında evimizde hafızlar tarafından okunan Kur’an-ı Kerim’i perde arkasında huşu içerisinde dinlerdin… Sen, Kur’anı dinlerken yanı başında oynayıp gürültü yapacak olduğumda sert bir işaretle beni uyarır veya sessiz bir şekilde senin yanına oturur, okunmakta olan Kur’an-ı Kerim’i dinlerdim. Her ne kadar manasını anlamasam da kalbim onun ilahi mûsikisi ile dolup taşardı… Tek amacım vardı, o da Kur’an’ı ezberleyerek Allah’ın ihsan edeceği güzel bir sesle sana Kur’an okumam idi. Amacımın bir kısmı gerçekleşmiş ve ben hafız olmuştum. Anneciğim! Aramızdan ayrılıp gittin, ancak hayalimde, seni evde radyo başında Kur’an dinlerken canlandırıyorum. Öyle ki, yüz hatların Kur’an’ın amaçlarını ve ince nüktelerini engin görüşün ve açık basiretinle anladığını gösteriyordu.”
Hayatı, mücadelesi ve şehadetiyle ümmete önemli bir miras bıraktı. Kelam, felsefe ve mezhep tartışmalarına girmeden evrensel küfrü hedef alan bakışına şimdi biraz daha ihtiyacımız var. Allah onu rahmetiyle kuşatsın.

Hasan Sabaz




Hasan Sabaz (inzar Dergisi 47. Sayı)
toplam 14481 ziyaretçi (25651 klik) kişi burdaydı!
LİNK DÜNYASI

İLKE HABERİNZAR DERGİSİÖZLEM AJANSÇAĞRI TVBOŞ SAYFA YÜKSEKOVA AJANS CEMRE FM BOTAN FMSERHAD FM KERVAN FM VUSLAT FM VUSLAT SEVDASİ

 


Copyright © | | :

qeneme.tr.gg Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol